Kızılderililerin Batı sinemasındaki temsili, Amerikan kültürü ve tarihinin karmaşık bir yansımasıdır. Sinema, Kızılderili halklarının çeşitli yönlerini, geleneklerini ve yaşam tarzlarını hem yüceltmiş hem de aşağılamıştır. Efsanelerle dolu bir tarihe sahip olan bu topluluklar, sinemada çoğunlukla stereotipler halinde tasvir edilmiştir. Sinemanın sanatsal yönü ve aynı zamanda toplumsal etkileri göz önünde bulundurulduğunda, Kızılderililerin temsili, esasında bir kimlik arayışının da yansımasıdır. Kızılderililerin görünürlüğünün arttığı günümüzde, bu temsiller üzerindeki tartışmalar da derinleşmektedir. Kızılderili tasvirlerinin tarihi, sinemanın gerçeği nasıl formüle ettiğinden tutun, günümüzdeki eleştirilere kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Kızılderili temsilleri, sinemanın ilk günlerinden itibaren önemli bir yer tutar. 1903 yılında gösterime giren “Great Train Robbery” gibi ilk filmler, Kızılderili karakterleri basit köktenci tavırlarla izleyiciye sunar. Bu tasvirler, geleneksel Kızılderili imajının yaratılmasında belirleyici bir rol oynamıştır. 1920’ler ve 1930’larda "Western" türünün popülaritesi artarken, Kızılderililer genellikle kötü karakterler olarak sahne almışlardır. Bu durum, toplumda Kızılderililerin yerleşik bir düşman figürü olarak anılmasına yol açmıştır. Tarzı ve anlatımı herkes tarafından bilinen bu filmler, Kızılderili kültürünü çarpıtarak yansıtmış ve dolayısıyla ana akım kültürle etkileşimde bulunmuştur.
1940’lar ve 50’lerde ise Kızılderili tasvirleri daha karmaşık bir yapı kazanmıştır. Özellikle Elia Kazan’ın yönettiği “The Last Hunt” gibi filmler, Kızılderili kültürüne dair daha derin bir anlayış geliştirmiştir. Yine de bu tür filmler bile Kızılderili topluluklarının gerçek yaşamlarından çok, Hollywood'un romantize edilmiş versiyonlarını sunar. 1960'lar ve 70'lere gelindiğinde, Kızılderili toplulukları kendi hikayelerini anlatma yönünde çabalar gösterir. Bu dönemlerde "native voice" (yerli ses) kavramı öne çıkar. Fakat Kızılderililerin sinemadaki temsili hâlâ kısıtlı kalır. Söz konusu tarih, toplumların nasıl algılandığını ve temsil edildiğini anlamak için geniş bir perspektif sunar.
Sinema, gerçeği şekillendiren güçlü bir araçtır. Kızılderili temsilleri üzerinden bu gerçeğin nasıl inşa edildiğini görmek mümkündür. Filmlerdeki Kızılderili karakterler çoğu zaman stereotiplerle doludur ve bu durum toplumun algısını derinden etkiler. Klasik Western filmlerinde, Kızılderili figürü genellikle savaşçı, vahşi ve doğa ile iç içe yaşayan bir karakter olarak görülür. Bu, izleyicilerin Kızılderililere dair yaratılan algının sınırlarını çizer. Dolayısıyla izleyiciler, gerçek Kızılderili kültüründen uzak bir batı efsanesiyle karşılaşır. Bu temsiller, Kızılderili halklarının kimliklerine dair yanlış bir anlayış yaratır.
Kızılderili stereotipleri, Hollywood'un etkisiyle halkın zihninde derin kökler salar. Bu stereotipler, Kızılderili kültürünü basit ve anlaşılması kolay kalıplara sokar. Sinemada sıkça kullanılan arketipler arasında "yabancı" ve "düşman" figürleri sıklıkla görülür. Düşman olarak tasvir edilen Kızılderililer, genellikle beyazların karşısında baskı yapan, savaşan ve yok edilmesi gereken varlıklar olarak görülür. Böylelikle izleyiciye, Kızılderililerin sadece birer düşman olduğu algısı sunulur. Bu durum, toplumsal kabulü olumsuz etkiler.
Öte yandan Kızılderili temsilinin başka bir boyutu olarak romantize edilen figürler dikkat çeker. “Doğa ile iç içe olan, ruhani yönü kuvvetli” Kızılderili karakterleri, toplumda "iyi" olarak nitelendirilse de bu da bir yanlış anlama durumudur. Kızılderililer, birçok filmde basit birer dekor malzemesi gibi sunulur. Efsanelerle yüklü bir kimliğe sahip olmalarına rağmen, günümüz Batı sinemasında derinlemesine karakter analizine pek yer verilmez. Dolayısıyla bu stereotipler, günümüzde de Kızılderili topluluklarının sosyal kabulüne olumsuz yansır.
Günümüzde sinema, Kızılderili temsillerini daha dikkatli bir şekilde ele alır. Yönetmenler ve senaristler bu konuda daha duyarlı hale gelmektedir. Kızılderili topluluklarından gelen bireylerin katkısı, bu temsillerin daha doğru bir şekilde yansıtılmasına yardımcı olur. Örneğin, “Wind River” gibi güncel filmler, Kızılderili kadınlarının yaşadığı güçlükleri daha gerçekçi bir bakış açısıyla ele alır. Eleştirmenler, bu tür filmlerin toplumsal meselelere eğilmesini olumlu karşılar.
Bununla birlikte bazı eleştirmenler, Hollywood'un hâlâ çok fazla kontrol sahibi olduğunu belirtir. Görülen modern temsiller, çoğu zaman Hollywood’un çerçevesine oturtulmuştur. Söz konusu seçimler, Kızılderili halklarının kimliklerini ve meselelerini yanıltıcı bir biçimde göstermektedir. İzleyici, Kızılderili karakterlerinin geri planda kaldığı senaryolarla karşılaşır. Kızılderili temsillerinin geleceği, toplumsal kabullenme ve kültürel temsillerin daha inklusif bir biçimde oluşturulmasına bağlıdır.